Çıraklıktan Ustalığa: Terzilikte Yolculuk Nasıl Başlar?
“Bu makas, babamdan kaldı. O da kendi ustasından almıştı,” derken gözleri parlar ustanın. Dükkan eski, ama makine hâlâ çalışıyor. Terzilikte ustalık öyle kolay gelmiyor insana. Bir kere o yol, makasla değil sabırla kesiliyor.
Çoğu terzi küçük yaşta başlar bu işe. Okuldan sonra dükkâna gider, önce çay söyler, sonra düğme toplar. “Ben de bir şeyler dikerim” hevesiyle değil, gözlemle, sessizlikle başlar. Bir gün iplik geçirir, bir gün paça bastırmayı izler. Derken ustası bir gün sorar: “Şunu düz dikebilir misin?”
İlk dikiş eğri olur genelde. Makine kayar, iğne kırılır. Ama önemli olan hatasız dikmek değil; hatayı göze alabilmektir. Usta sabırla gösterir: “Bak, dikiş makinesinin sesi sana doğruysa düzgündür. Ritmini duy.” O ritim zamanla çocuğun içine işler.
Aylar geçer, çocuk artık hangi kumaş hangi vücuda yakışır, hangisi çekme yapar, hangisi ütü ister, bilir hale gelir. Kalıp çıkarmayı öğrenir, prova yapar, bel ölçüsüyle omuz düşüklüğü arasındaki dengeyi sezer. Ve en önemlisi: müşteriyle konuşmayı öğrenir. Çünkü terzilikte sadece el değil, dil de ustalaşmalı.
Ustalık belgesi alana kadar yıllar geçer. Belge sadece bir kâğıt değil, bir nişandır. “Ben bu mesleğe emeğimi verdim” deme hakkıdır. Ama ustalık orada da bitmez. Her yeni müşteri, her farklı kumaş, terziye yeni bir şey öğretir. Usta dediğin her gün yeniden çıraktır aslında.
Bugün artık çırak bulmak zor. Kimse saatlerce bir şeyin başında oturmak istemiyor. Ama hâlâ arayan, öğrenmek isteyen biri varsa… İyi bir terzi her zaman anlatmaya hazırdır. Çünkü gerçek ustalık, bildiğini saklamakta değil, paylaşmaktadır.