Zamanın İki Yüzü
Bir zamanlar, küçük bir kasabada yaşayan bir adam vardı. Adı Ahmet’ti. Hayatının her anını dolu dolu yaşamak, onun en büyük gayesiydi. Gençliğinde enerjisi ve tutkusu sınırsızdı. Her gün yeni bir maceraya atılır, her gece yıldızların altında yeni bir hikâye doğardı. Kahverengi ceketi ve şapkasıyla kasabanın sokaklarında özgürce dolaşır, herkesin sevgisini kazanırdı.
Ahmet, hayatı boyunca birçok meslek denedi. Gençliğinde, kasabanın marangoz atölyesinde çırak olarak çalıştı. Ağaçların kokusu, ellerinin emeğiyle şekillenen mobilyalar... Ahmet bu dünyaya âşık olmuştu. Her bir parçayı özenle yontarken aslında kendi geleceğini de yontuyordu.
Bir gün kasabaya yeni bir öğretmen geldi: Ayşe. Genç, zeki ve ışık saçan bir kadındı. Ahmet onu ilk gördüğünde kalbinin hızla çarptığını hissetti. Ayşe’nin varlığı, Ahmet’in hayatına bambaşka bir renk kattı. Kısa sürede kalpler birleşti, hayatlar kesişti. Evlendiler. Ahmet, marangozluğunu Ayşe’nin sevgisiyle taçlandırdı. Artık yalnızca mobilya değil, birlikte bir hayat inşa ediyorlardı.
İki kızları oldu. Yıllar geçti, çocuklar büyüdü, kendi hayatlarını kurdu. Prenslerini bulup yuvadan uçtular. Geriye Ahmet ve Ayşe kaldı. Anılarla, sessizlikle ve derin bir bağla... Sonra bir gün Ayşe gitti. Bu dünya artık onun için fazlaydı belki de.
Yıllar ağır ağır geçti. Mevsimler değişti. Ahmet yaşlandı. Adımları yavaşladı, ama bakışlarındaki ışık hiç sönmedi. Beyaz sakalları, geçen zamanın iziydi; ama yüreği hâlâ gençti. Torunları onun etrafında toplanır, geçmişin hikâyeleriyle büyülenirdi. Ahmet onlara zamanın değerini, bir hayatın nasıl dolu dolu yaşanabileceğini anlatırdı.
Bir gün, torunlarından biri sordu:
“Dede, zaman nedir?”
Ahmet gülümsedi:
“Zaman, bir nehir gibidir evlat. Akıp gider. Ama önemli olan nehrin kendisi değil, içinde yüzdüğün anlardır. Gençken suyu yararsın, yaşlandıkça akıntıya bırakırsın kendini. Ama unutma, o nehirde topladığın anılar ve paylaştığın sevgidir asıl miras.”
Ahmet’in hikâyesi, gençlik ve yaşlılık arasında kurulan zarif bir köprüydü. Zaman, ona hem ateşi hem de huzuru tattırmıştı. Ve o, iki yüzü de görmüş bir adam olarak geriye en değerli şeyi bırakmıştı: Anlam dolu bir hayat.
Webmaster Atilla'nın Yorumu
Hayatın iki yüzü… Biri deli dolu gençlik, diğeri derin sessizliklerle gelen olgunluk. Bu hikâyede zamanın sadece akıp giden bir takvim değil, insanı yoğuran bir öğreti olduğu görülüyor. Ahmet’in yaşadığı her dönem, aslında bizlere kendi içimize dönme fırsatı sunuyor. Teknolojinin hızla aktığı bu çağda, belki de en büyük ihtiyaçlarımızdan biri: bir an durmak, bir an düşünmek ve geriye bakmak.
Ben de dijital dünyanın bir köşesinde, satır aralarında hayatın anlamını arayan biri olarak şunu söyleyebilirim:
Zamanı saymakla değil, yaşadığın anların izini bırakmakla değerli kılarsın.
Ahmet gibi insanlar bize bunu hatırlatıyor. Gerçek bir hayat, algoritmalarla değil; kalple, emekle, sevgiyle kurulur.
Vakit geçiyor, peki sen geçip gitmekte olanın ne kadar farkındasın?